İstanbul Lezzetlerini Tatma Macerası
İstanbul'a geldiniz ve aklınızda tek bir soru var: Bu devasa lezzet deryasında nereden başlamalı? Her köşe başında iştah kabartan ...
İstanbul’un o tatlı, o baş döndürücü karmaşasını bilirsiniz. Eminönü’nün insan selinde yürürken Mısır Çarşısı’ndan gelen baharat kokuları, vapurların düdük sesleri ve martı çığlıkları birbirine karışır. Peki, bu büyüleyici kaosun tam ortasında, hem ruhunuzu dinlendirecek bir sığınak hem de şehrin ruhunu tek bir bakışta yakalayabileceğiniz bir tepe aradınız mı hiç? Cevabınız evetse, sizi İstanbul’un yedi tepesinden üçüncüsüne, şehrin siluetine bir taç gibi kondurulmuş o muhteşem yapıya doğru bir yolculuğa davet ediyoruz. Bu rehber, size Süleymaniye Camii’de yapılacak şeyler listesinin en özel duraklarını fısıldayacak. Burası sadece bir ibadethane değil; Kanuni Sultan Süleyman’ın gücünün ve Mimar Sinan’ın dehasının buluştuğu, zamana meydan okuyan bir huzur vahasıdır.
Süleymaniye Külliyesi’nin anıtsal kapılarından birinden içeri adım attığınız an, şehrin tüm gürültüsü sihirli bir şekilde geride kalır. Sizi ilk karşılayan dış avlu, sizi birazdan deneyimleyeceğiniz o derin sükûnete hazırlayan bir geçiş alanıdır. Asıl büyü ise iç avluya, yani Mimar Sinan’ın “Beyaz Harem” olarak adlandırdığı o bembeyaz mermer denize ulaştığınızda başlar.
Burada zaman yavaşlar. Avluyu çepeçevre saran 28 kubbeli revak, adeta bir ritim ve ahenk duygusu yaratır. Bu gölgeli koridorlarda oturup mermerlerin serinliğini hissetmek, yapının simetrisini ve gökyüzüyle kurduğu kusursuz ilişkiyi izlemek, başlı başına bir meditasyon gibidir. Avlunun tam ortasında duran zarif şadırvan ise birçok ziyaretçiyi şaşırtan bir sır saklar: Bu şadırvan abdest almak için değildir.
Peki, o zaman neden orada? İşte bu, Sinan’ın mimari dehasının psikolojik boyutunu gösterir. Bu şadırvan, suyun dinlendirici sesiyle zihninizi arındırmak, mermerden yansıyan ışıkla gözünüzü dinlendirmek ve sizi caminin manevi atmosferine hazırlamak için tasarlanmış bir sükûnet pınarıdır. Sinan, sizi ibadet alanına almadan önce ruhunuzu dünyevi olandan arındıran çok duyulu bir arınma odası inşa etmiştir.

Avludaki aydınlık ve sükûnetten sonra caminin devasa kapısından içeri girdiğinizde, nefesinizi kesecek bir an yaşarsınız. Kendinizi bir anda, 53 metre yüksekliğindeki dev bir kubbenin altında, tek ve bölünmemiş devasa bir evrenin içinde bulursunuz. Dört muazzam sütunun, yani “fil ayaklarının” taşıdığı bu kubbe, sanki yer çekimine meydan okurcasına havada asılı durur.
Süleymaniye’nin iç mekanındaki asıl güç, süslemelerin bolluğunda değil, tam tersine görkemli sadeliğinde yatar. Mimar Sinan, dikkatinizi dağıtacak her türlü fazlalıktan kaçınarak, sizi mekanın kendisiyle, ışıkla ve sonsuzluk hissiyle baş başa bırakır. 238 pencereden içeri süzülen ilahi ışık, mekanın her köşesini aydınlatarak bu sadeliği bir ihtişama dönüştürür. Mihrap duvarındaki “Sarhoş İbrahim” imzalı vitraylar ve duvarlardaki zarif İznik çinileri, bu sade tuval üzerine atılmış usta işi fırça darbeleri gibidir.
Bu sadeliğin ardında ise Sinan’ın akıl almaz mühendislik sırları gizlidir. Bunlardan ilki, o meşhur akustiktir. Sinan, imamın sesinin devasa mekânda yankılanmadan ve hiçbir teknolojik yardım olmadan en arkadaki cemaate bile net bir şekilde ulaşması için kubbenin içine ve duvarlara özel olarak tasarlanmış yüzlerce seramik küp yerleştirmiştir. Bu küpler, ses dalgalarını emip düzenleyerek adeta 16. yüzyıldan kalma doğal bir “surround ses sistemi” yaratır.
İkinci sır ise “is odası” mucizesidir. Yüzlerce kandilden çıkan isin duvarları kirletmesini önlemek için Sinan, ana girişin üzerine özel bir hava akımı sistemi kurmuştur. Bu sistem, tüm isi tek bir odada toplar. Hikayenin en can alıcı noktası ise toplanan bu isin, yani saf karbonun, külliyedeki medreselerde eğitim gören hattatlar ve alimler için en kaliteli mürekkebe dönüştürülmesidir. Bu, bir sorunu bir kaynağa dönüştüren, zamanının çok ötesinde, dâhiyane bir geri dönüşüm ve ekosistem tasarımıdır.

Caminin içindeki manevi yolculuğunuzu tamamladıktan sonra, yapının kıble tarafındaki bahçeye doğru ilerleyin. Burası, İstanbul’un en büyüleyici seyir teraslarından biridir. Şehrin imparatorluk balkonu diyebileceğimiz bu noktadan Haliç, Boğaz ve tarihi yarımadanın eşsiz panoraması ayaklarınızın altına serilir.
Bakışlarınızı Haliç’in üzerinden karşı kıyıya çevirdiğinizde Galata Kulesi sizi selamlar. Sağa doğru ilerlediğinizde ise Topkapı Sarayı’nın ve Ayasofya’nın siluetleri belirir. Bu manzara sadece estetik bir keyif sunmaz, aynı zamanda stratejik bir anlam taşır. Kanuni Sultan Süleyman ve Mimar Sinan, bu camiyi şehrin ticari kalbi olan Haliç’e ve stratejik su yolu Boğaz’a en hakim tepeye inşa ederek, Osmanlı’nın gücünü ve hakimiyetini şehrin dokusuna sonsuza dek mühürlemişlerdir.
Bu muhteşem manzaranın tadını çıkarırken, bahçedeki zarif türbeleri ziyaret etmeyi unutmayın. Burada, Osmanlı tarihinin en güçlü ve en meşhur çifti, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan ebedi istirahatgahlarındadır. Kanuni’nin türbesinin içine işlenmiş ve yıldızlı bir gökyüzünü andıran değerli taşlar ile Hürrem Sultan’ın türbesini süsleyen eşsiz çiçek motifli çiniler, bu güçlü figürlerin insani ve naif yönlerini size hatırlatacaktır. Özellikle gün batımına yakın saatlerde gelirseniz, Haliç’in üzerine vuran altın rengi ışıklarla unutulmaz fotoğraflar çekebilirsiniz.

Süleymaniye’nin ruhunuza işleyen atmosferinden ayrılmadan önce, bu tarihi bölgenin sunduğu diğer güzellikleri de keşfedin. Caminin hemen yanı başında, bir sokak köşesinde, yarattığı devasa esere mütevazı bir şekilde bakan Mimar Sinan’ın sade türbesini ziyaret ederek bu büyük ustaya saygılarınızı sunabilirsiniz. Ardından, birkaç dakikalık keyifli bir yürüyüşle Vefa semtine inip, Tarihi Vefa Bozacısı’nda asırlık bir lezzet olan bozanın ve yanında sıcak leblebinin tadına bakabilirsiniz. Enerjiniz hala yerindeyse, sizi bekleyen
Kapalıçarşı’nın labirent gibi sokaklarında kaybolabilir veya İstanbul’da gezilecek diğer tarihi yerler için yeni bir rota çizebilirsiniz.
Süleymaniye Külliyesi, UNESCO tarafından 1985 yılında Dünya Mirası olarak tescillenen (https://whc.unesco.org/en/list/356/) en önemli bileşenlerinden biridir ve bu unvanı her zerresiyle hak etmektedir.
1. Süleymaniye Camii’ne giriş ücretli mi ve ziyaret saatleri nedir? Hayır, Süleymaniye Camii’ne giriş tamamen ücretsizdir. Cami aktif bir ibadethane olduğu için namaz vakitleri dışında, genellikle sabah 09:00 ile akşam 18:00 saatleri arasında ziyarete açıktır. Özellikle Cuma namazı gibi yoğun vakitlerde turistik ziyaretten kaçınmanız önerilir.
2. Süleymaniye Camii’ni ziyaret ederken nasıl giyinmeliyim? Burası kutsal bir mekan olduğundan, saygılı ve mütevazı giyinmek önemlidir. Kadın ziyaretçilerin omuzlarını, dizlerini örtmesi ve başlarını bir eşarpla kapatması beklenir (girişte ödünç eşarp bulabilirsiniz). Erkeklerin de şort ve kolsuz tişört gibi kıyafetlerden kaçınması gerekir.
3. Süleymaniye’yi diğer büyük camilerden ayıran en önemli özellik nedir? Süleymaniye, sadece bir cami değil, Mimar Sinan tarafından tasarlanmış dev bir sosyal komplekstir (külliye). İçerisinde medreseler, hastane, kütüphane, hamam ve aşevi gibi yapılar barındırır. Ayrıca, kubbesine yerleştirilen özel küpler sayesinde elde edilen eşsiz doğal akustiği ve kandil isinden mürekkep üreten dahiyane mühendislik çözümleriyle mimari tarihinde benzersiz bir yere sahiptir.
Yorumlar